31 Mart 2009 Salı

doğum günün kutlu olsun kısık gözlü çocuk
İnsan söyleyemedikleridir. Merhaba küçük prens.. İnsanların basıp yürüdüğü toprağın, soludukları havanın ne olduğunu sorgulamadan yaşadıkları bir yüzyıldayız. Geçen gün izlediğim bir belgeselde kıyameti bilimsel olarak açıklamaya çalışmışlar. Doktor da şunları söyledi. Yaşadığın doğayı unuttun sen, parayı tercih ettin ve unuttun. Kıyamet geldiğinde de neden diye sorma artık, sorgulama.. Kıyameti sen getirdin. Biz getirdik, biz insanlar..
Ne kadar basit bir cümle ama çok anlamlı. Toplum kendi içinde düşman; herkes olan herkes ise kendi içinde günahkar, kendi içinde yalancı, kendi içinde sapık vs..
İşte bu yüzden ben kendi dünyamı kendim kurdum. Küçük bir mor oda, gramofonun arada bir cırtlak ses verdiği ama sanatçının adeta aynı odada, yanındaymışçasına söylediği anlamlı şarkılar..Sevmiyorum çoğu zaman insanları.. Bukowski’nin dediği gibi; tabiî ki insanları sevebilirsiniz, eğer onları yeterince tanımıyorsanız.. Kendime her zaman hayali bir kahraman yarattım ve onlara yazdım. Deneme yazılarıma ise ara verdim bir süre kafamı dinleyeceğim. Fakat bu sefer kahramanım gökyüzünden değil de sanki yerin altından, yeri yararak çıkarırcasına yeryüzüne çıktı.
Bu seferki küçük yazı kahramanım sensin.
Hoş geldin.
Güncemin devamında sen beni, benim sana anlattıklarımla; senin ise okuduklarınla tanıyacaksın fakat ben seni hiçbir zaman tanımayacağım; çünkü sen benim hayali kahramanımsın.

Meditation – Classical Relaxation – Chopin Piano Sonata
12 Şubat Perşembe
Küçük prensim emir;

En çok korktuğum sanırım imgelemin ölümü.. Dışarıda gökyüzü katıksız pembe, belki de katıksız siyah.. Bu önemli değil. Benim istediğim bol bol fışkıran ve kendi dünyalarını Tanrı’dan daha çok yaratıcılıkla kuran o bitleştirici ruh; o ‘biçimlendiren’ güç. Kıpırdamadan oturuyor ve hiçbir şey yapmıyorum, dünya pörsük bir davul gibi vurmayı sürdürüyor anlamsızca. İleriye doğru koşmak için devinmeli, çalışmalı, düşler kurmalıyız, anlamsızca.
En büyük delilik büyük düşler kurmak belki de küçük prensim…

Şu anda ay ışığının inanılmaz sokaklarında yürüyorum seninle, her şey tiyatrosal bir havanın itiş kakışı içerisinde, bulanık siyah giymiş adamlar sokakta şarkı söylüyor, sendeliyorlar. Hiç birine aldırmadan yürüyoruz..

Kim olduğum, ne olduğun, nereden geldiğin, çoğu zaman işe yaramıyor ve sormuyorum da zaten.. Bir arabanın arkasına saklanıyor ve çıkamıyoruz oradan.

Bugün senin korktuğunu anladım,
Tamam orda sabahlayalım..
Seni seviyorum küçük prens.
Tekrar nikotin ve kahveye dönmeliyim..

Standing in My Doorway Crying
13 Şubat Cuma
03:25
Merhaba küçük prensim.

İşten yeni geldim. Ayaklarım ayakta durmaktan ağrıyamıyor bile. Küstüler bana, üstelik bugün sevgililer günü. Onları çok yıprattım, çok yordum.. Sana işten bahsetmemiştim dimi? Zaten bugün girdim.15 günlük bir iş. İstanbul’a gidicem. kafamdaki yorgunluğu denize bırakıp dönücem.

Şu anda kiminle nerdesin, nereye bakıyorsun bilmiyorum ama seni düşünüyorum, düşlüyorum ben. Aslında her şey öyle basit, öyle gülünç geliyor ki kulağa; yabanıl soğuk titizliğinden yanına gitmeme izin vermeyen derinden -tanrı bilir- ne zamandan beri -aşk bu.. Yanına gelmek olanaklıyken, yanına gitmemeye izin vermeyip, bu soğuk kış ayında, bu soğuk aşk günü burada oturuyorum ve bunun olanaksız olacağı bir yere gidiyorum.

Aslııındaa beeenn:
O şirin bağrının içinde olsaydın keşke
(Ah ne güzel ne de şirin!)
Hiç bir yabansı yelin bana ulaşamayacağı yerde.
Bedbaht hırçınlıklar yüzünden
Olmak isterdim bağrının içinde.

İsterdim her daim yüreğinde olmak
(Ah usulca çalıyorum kapını ve yalvarıyorum!)
Orada payıma düşen yalnızca huzur olacak.
Hiç bir sertlikten incinmeyeceğim Yüreğinde kiracı olarak.

Sevgililer günün kutlu olsun Emir..

Denizkızı İlahisi
14 Şubat Cumartesi
21:07
Kendimden bugün gereğinden çok fazla şey istediğimi anladım. Gereksizdi. Bütün bu aynaların dışında, yalnızca zaman ve –ten dışı- o soyut platonik ülkede hayatımın sonuna kadar, yaşayacak kadar güçlü olmadığımı biliyosun.

Çoğu kimselere umarsızca, acımasızca yaraladım belkide. Çünkü normal hayata dönmek, orada yaşamak, orada sevmek istiyorum bazen. Kan akıtan yaralar almadım ben aslında, neden başka dünyadayım? Beynime kırmızı sprey boya sıkıp, kan zannettim belkide..

Bu fişlenmiş düşüncemin üzerine James Joyce’nin o dizesi geldi aklıma:
‘Beynim neden umarsızlığa düştün böylesine, aklın yok mu senin?’

Belki de gereğinden fazla aklım olduğu için kendi küçük dünyam var..
Ve o küçük dünyada kocaman sen..

Bu gece kendimi bir tonluk kelebek kadar hafif hissediyorum..
Huzurluyum..
Şimdi..

Seni seviyorum.

Erik Satie - Gnossienne
22 Şubat Pazar
Merhaba küçük prensim.

Neredeyse bir haftadan beri yazamıyorum. Çalışıyorum ve aynı zamanda hasta oldum. Bugün gazetede yayımlanmak için 3 film eleştirisi yazdım fakat kendi elimle veremeyeceğim. Umarım görsellikten yazıya dökülmüş sözcüklerim onları etkiler. Yazmayı seviyorum; derinden ve içteki içimden gelen seslerimi yazıya dökmeyi..
‘Not defteri tutmuyorsanız yaşamı yakalamak umudu yoktur.’
Hiç yazmayı denedin mi bilmiyorum ama yazılar kötü yazıldığında gerçek birer itiraftır. İçe bakışın derecesi ne kadar gerçekse yazılar bir o kadar samimi ve bir o kadar kötüdür.
Ben kötü yazıyorum…

Sana derinden yazığım yazılarımı küçümseme, bileşik yüzlü bir mücevher gibi sev onları, anlamak için hamile bir kadın gibi ıkın. Yazımdaki ışığı, canlılığı, aşkı yakala. Yazılarımda sahneyi bir gün önceden yakala ve kur. Üstünden bir gece geçtikten sonra ise oku.

Seninle birlikte sözcükler başlıyor: İçsel monolog.
Sözcükleri yaratan yaratıcı öz’ü (kendini) nadir bulunan çiçekler arasıda sakla ve açılmaya bırak.

Yazmadığım zaman imgelemim duruyor, kapanıyor, boğuyor beni. Bütün okumalar beni alaya alıyor.

Ne hiç bir şey bilmeyen biriyim. Ne de bir bohem. Kendime ait bir köşem olmasını dilerken, ta yüreğimden dilerken buluyorum kendimi. Hakkında bir şey bilmediğim, iyi hissederek yazabildiğim ‘sen’in içinde..

Beni ayakta tutan şey; tam anlamıyla tadına varamasamda içimde yaşadığım uçsuz bucaksız derinden sevgi.
Sen olmasaydın ortalarda koşuşturup duracak avuntu arayarak; hiçbir zaman bulamayarak en büyük kuraklık dönemlerimden birini yaşıyor olacaktım Emir.

Şimdi uzanmış yatıyorum, bu hastalıktan ateşli, alev alev güneş ansızın yüzümde parlıyor, alçalan portakal rengi bir göz.. Boş, alaycı..

Cehennem gibi hastalık sinsi sinsi dolaşıyor. Bütün canavarlar bana işkence etmeye geldiler sanki; ama ben kaçıyorum onlardan, sana yazmak için. Küçük yüreğimdeki büyük aşkım beni ayakta tutuyor.

Yavaş yavaş büyük bir incinmeyle,sonsuz ilksel bir bebeğe can verir gibi,uzanıp yatıyorum.Duyguları fışkırmaya, kendilerine bırakmaya, sözcüklerde kendilerini kaydetmeye bırakıyorum..

Seni seviyorum Emir.

Embrace - Grativity
27 Şubat Cumartesi
Yalnızlık üzerine…

Merhaba küçük prensim.

Dışarıda gösterişli,duru, iri damlamalar.. Sonra sel gibi bir yağmur; soğuk ama görkemli..

Evdeyim bugün işten izin aldım kendimi hala iyileşmiş görmüyorum.
Her zamanki gibi kahve, sigara, okunması gereken bir yığın dolusu kitap ve geçen gün aldığım siyah kedimle sesleniyorum sana. Dünden beri uyumayan kedi Beethoven açınca yanımda sızdı nedense; kalkacak gibi de gözükmüyor.

Bilmediğimiz şeylerden korkarız çoğu zaman. İnsan denilen bilmediklerini başka bakışlarda anlamlı kılmak, bilmediklerinden bir başkasının desteği sayesinde korkmamak için yanında birini arar.
Kimi zaman yeni bir bakış açısı, bazen kendisine yabancı gelenlere karşı saklanacağı bir yerdir bir başkası?

Öyle birinin yanında olmayacağından, yalnız ölmekten korkmuyor musun? Bir sonraki anda nerede ve ne durumda olacağını hatta o andan itibaren var olup olmayacağını bile tam anlamıyla bilmediğin bir yere gitmek üzereyken ana rahminde bir cenin gibi yalnızlığının dar yatağında dizlerini karnına çekerek ölüp kalma riski ürpertmiyor mu seni?

Yalnızlığı bu kadar sevmeme rağmen korkuyorum. Her ne kadar dışarısı kalabalık çiftlerle ailelerle donatılsa da dışarıda aslında yalnızlık çok fazla Emir. Kuru kalabalık…
İnsanlar yanlışın nerde olduğunu hiç sorgulamadığından yalnızlık büyüyor çoğu zaman.Yine kuru kalabalık..
Benimle gelmek ister misin?
Dışarısı çok yalnız…
Seni seviyorum.

Beethoven - Piano Sonata
1 Mart Pazar
18:11
Ego üzerine:

Merhaba küçük prens;

Basık, somurtkan bir gün. Gökyüzü aydınlık beyaz ışıkla çatık kaşlı.
İnsanlar yine.. Neyi kanıtlamaya çalışıyorlar? Kül tablasını andıran egolarını neden yenmeye çalışmıyorlar? Neden herkes birbirininden nefret ediyor? Beni gerçek dünyadan soyutlayıp hayal dünyasında yaşatmalarının sebebi kim? Neden benim hayal kahramanlarım var? Neden ben gerçek dünyaya inip yaşayamıyorum herkes gibi? Gerçek dünyada sevmek istiyorum bazen.

Üstün derecelerim yok benim. Orta derecede iyiyim ben. Orta derecede iyi olarak da yaşayabilirim. Neden mükemmel olmayı istiyor insanlar?

Kimsenin mükemmel olamayacağının ayrımına varamamışlar mı daha? Herkes işinde gücünde yaşantısında mükemmel değildir ama profesyonel olmaya çalışmalıdır. Mükemmelikle profesyonel olmanın ayrımına varsın artık insanlar. En kötü özgüven hilebazını olan egolarını çöpe atıp yaksınlar. Bir yazar sözcüklerle karışıp profesyonel olabilir ya da bir müzisyen. Bir orospu işinin en iyisidir, en profesyonelidir ama mükemmel olamaz.

Mükemmel olan Tanrı’dır. Tanrı olmaya çalışmak, ölmeden önce her yaşam olmak; bu insanları çılgınlığa götürecek bir düş.
Tanrı her şeyin içine soluğunu üfler daha sonra sen solursun. Eğer soluduğun nefesin Tanrı tarafından geldiğini unutursan hayatın boyunca yenemesin o egonu. Sen gibi davranır, sen gibi konuşur ama aslında hiçbir zaman o sen değilsindir. Bunun farkına varın artık insanlar.

‘En büyük düşman; kendi algınız, kendi cehaletiniz, kendi egonuzdur.’
Revolver.

Vanessa Mae Paganini Violin Concert
4 Mart Çarşamba
17:25
Olağan ruh halleri;
Secret: Evrene pozitif gücünü yolla(mış)

Kişisel bakım yapmam.. Kişisel onarım gerek çoğu zaman. Beyin hücrelerimi yenileyemem ama beynimdeki pisliklerden arınabilirim.
Evet evet yapabilirim. Derler ya insanın yapamayacağı bir şey yoktur istedikten sonra???

Düşün: Hangi insan katil olmayı dilemiştir, hangi çocuk amına kodumunun soğuğunda ısınmak için tiner çekmeyi? Kaçımız kazık yedik ve neden? Her gün yeni bir gün derler yeni güne olumlu düşünüp başlarsan olumlu geçer derler. Ya yarın? Yarını da mı iyi düşünmek gerekir?

Sokakta yaşayan bir çocuk güne pozitif düşünceyle bakayım dedikten sonra güne güzel mi başlar? Herkesin içinde bir Tolstoy olma durumu; herkes kendi içinde katil; herkes kendi içinde günahkar.

Fransız düşünür günün birinde sokakta yaşayan adamın sorusana su cevabı verir:
-Hayat nedir diye soruyorsun. Bu havuç nedir diye sormakla aynı şey. Havuç havuçtur işte, başka da bir şey bilmiyoruz.

Çoğu bilim adamı havucun turuncu renkte olmadığını açıklamaya çalışmış. Havucun asıl rengi aslında turuncu değilmiş.

Havuç ya turuncu değilse??? Şuan evde oturuyo olmama rağmen
ya ben evde yoksam???

6 Mart Cuma
03:16
Suskunluk üzerine;

Merhaba küçük prensim..

Nefis bir sessizlik senfonisinin ortasından sesleniyorum sana bugün. Kelimelerin eksik kaldığı anlarda susar insan bazen de. Bende susuyorum ama duyarsın yine de değil mi?

Ne çok şey söylenir o susmalarda! Elbiselerini çıkartmış çıplaksındır ya da doğmayı bekleyen bir cenin..

Yazılar vardır ama ruhuna çevrilmiş.. Bakmayı bilirsen mücevher kelimeler.. Mücevherlerimi en kuytu köşelerde ara, bul ve anlam ver onlara.

Seni düşünürken hep susuyorum.
Bugün suskunluğa aşığım Emir.

Anlatmayı beceremeyenler; susarlar.
Anlatmaktan vazgeçenler; susarlar.
Anlaşılmayacağına karar vermiş olanlar; susarlar.
Diğerlerinden ümidi kesmiş olanlar susarlar.
Hata yapmaktan korkanlar susarlar.
Kendilerini açığa çıkarmaktan korkanlar susarlar.
Zannettikleri kişi olmadıkları,
Zannettikleri dünyada yaşamadıkları gerçeğini hazmedemeyecek kadar güçsüz olanlar; susarlar.
Olaylar ve olgular dünyasıyla baş edemeyenler; susarlar.
Her şeyi gördüğünü, tüm olasılıklar yaşadığını düşünenler, susarlar.
Ölesiye ihtiyaç duyacak kadar güçsüz olanlar susarlar.

ŞŞŞşşş sessizlik!

Sonsuza denk konuşabilecek olanlar, en çabuk susanlardır genelde.
Sonra kadınlar gelir ki
Onlarda bu kategoridirler çoğunlukla.
Sonra şairler;
En son da ölüler susar.

Emily Dickinson

Jack Johnson angel
9 Mart Pazartesi
Hayalle gerçek arasında..

Kafatasıma, bacaklarıma, mideme yangılı bir sancı; bir tutuşup bir yanıyormuş gibi.. Donuk bir uyuşukluk beni aşırı duyarlı ruhsal çöküntü hücreme kapatıyor bir an.

Görmemeli miydim?

Bunca zaman geçmesine karşın saydam bir kapak beni sarmış da, yüzleri benim için hiçbir anlam taşımayan bütün ötekileri dışarıda bırakmış, sana bakıyorum.

Karşımdasın..

Şimdi.. İki dünya arasında duyumsuyorum kendimi; hayalle gerçek arasında.. Yüreğimin tuhaf vuruşunu, hışıltılı soluğumu yatıştırmaya çalışıyorum. Kendimi alıp götürüyor ve yavaş yavaş sana bırakıyorum.

Zamanın görüntüsünü karıştırıyorum, hangisi gerçek? Daha fazla düşünmeme imkan vermeyip, kendimi sana bırakıyorum. Her bakışını, her hareketini zihnime kazıyor ve defalarca şunu tekrarlıyorum: Karıştırmak benim hatamdı, pişmanlık duyumsamıyorum. Yazamıycam diye korkuyorum vs vs..

Şşş sessizlik! Bir dakika..
Seni seviyorum.

12 Mart Perşembe
Kışkırtıcı ama yıkıcı bir su çevrisine kapılmışım sanki.
Aramızda hiçbir engel yok –özellikle de ben- aramızda deri yokmuş ya da tek bir deri varmış da, durmadan birbirimize çarpıyormuşuz gibi, birbirimizi aşındırıyormuşuz gibi..
Sana ulaşmak çok zormuş da aslında çok kolaymış gibi..
Aslında herkes birbirini sevebilirmiş ama sevmiyorlarmış gibi..
Sanki zihnim durmuş da doğa olgularını –parlak yeşil yapraklar, zehirli mantarlar- bir ‘juggernout’ beni ezip geçmesine izin vermiş gibi..
Yeniden doğabilmek için yokluğun dibine dalmışım gibi..
Gerçek hayata dönüp, orada sevebilme alıştırmaları için sana yazıyormuşum gibi..

Sen hem beni yazdığım dünyada, hem de gerçek yaşamda varmışsın gibi ve ben bunu karıştırmaya başlamışım gibi :)

Brad Paisley & Allison Krauss – Whiskey Lullaby
15 Mart Pazar
Merhaba küçük prens..

Ruhsal çöküntüyle boğuşuyorum. Yaşamı sanki iki elektrik akımı yönlendiriyor, büyüsel bir biçimde -sevinçli olumlu ve umutsuz olumsuz akımlar- O anda hangisi egemense o kaplıyor, o yönlendiriyor yaşamımı, boğuluyormuşum gibi. Sanki kocaman kasları olan bir baykuş, göğsümün üstüne çökmüş, pençelerini sıkmış, yüreğimi sıkıştırıyor.

Gerçek hayatta silahlarım var benim; kendini tanıma, kendimi yeterince tanıma gibi.

Yaşamın buzdağı gibi gerçek ve derin olduğunu biliyorum; ama yine de çoğu zaman elim kolum bağlı oturuyorum. Yaşamda insanların talepleri –doğal olarak da benim taleplerim- kanımı emiyor. Mutlu yaşamak için engeller çok fazla; fakat suçlayacak hiçbir dışsal engel yok gibi. Diken diken içsel direnç.. Tembellik, korku, kendini beğenmişlik, ego, yumuşak başlılık; hepsi bu dünyaya özgü.

Kendimden –kendi ödlekçe korkularımdan, ürkekliklerimden- korkmayınca da dünyada çok az şeyim kalacak. Kazadan, hastalıktan, savaştan korkucam evet; ama bunlara karşı tavrımdan korkmıcam.

Derinleri tarayarak kendime dönmeye çalışıyorum. Yaşantılarımı açmadım daha, gidip geliyorum sürekli. Zihnim fikirden yana kısır, bir saksağan gibi izler bulmalıyım; kırıntılar, artıklar.. Zihnimi tık diye kıpırtısız kalmış, donmuş, at gözlüğü takmış gibi olmaktan uzak tutmalıyım. Senin düşünü kurduğum gibi, kendi düşümü de kurmalıyım. Seni bu yaşamda olduğu gibi, gerçek yaşamda da sevebilmeliyim.

Korkmuyorum,
Seni seviyorum.

Keane – On a Day Like Today
18 Mart Çarşamba
04:10
Kaç insan bilir, nelerden bağımsız olduğunu, nelerin onu tutsak ettiğini?
Çeşnili ruhlar nasıl parça parça olup da uçuşmayabilir; bir yabanıl dağılmada çözülerek…

Merhaba küçük prens;

Yorgun ama tuhaf bir biçimde sevinçliyim, baharın ansızın kendini belli etmesinden olsa gerek. Birden insanları sevebiliyorum, iyi doğal olabiliyorum. Sanırım gittikçe daha rahat oluyorum. Öyle mi? Yok. Yılgı karartmalarının atlı karıncasında bir ara mı bu? Her şeyi olduğu gibi almak, küçük şeylerden haz almak güzel. Kahve içmekten, sigara içmekten, kedimle uyumaktan, yazmaktan, eve girdiğimde odamı temiz görmekten, telefonda annemle dakikalarca dedikodu yapmaktan haz duyuyorum :)
Gün buharlaştı, geçip gitti. Dilim tutulmuş, heyecanlı için için gülümsüyorum bir kedi gibi. Krem rengi..

Kent yaşamı, insanlar beni çağırıyor. Yaşam inceden inceye kendini gözetmeye başlıyor. Alışılmadık bir dürtü bana bir sevgi bir yaşam seli getiriyor -tuhaf, iyi, biraz kötü insanlar döngüsünde- Bütün yaşamım boyunca buruk olmak istemiyorsam, özlem duymak istemiyorsam, dünyaya dönmeliyim kısa bir süre sonra.

İyi bir yazar olamayabilirim orda ama iyi bir yazı olabilirim.
Yazmak, dinsel bir edimdir: bir düzene koyma, yeniden biçimlendirme, insanları ve dünyayı oldukları ve olabilecekleri gibi yeniden öğrenmek, yeniden sevmektir. Saatlerce bilgisayar başında oyun oynamaktan ya da dua etmekle geçirilen bir gün gibi geçip gitmeyen bir biçimlendirmedir. Zamanın boşa gitmez.

Yazmak kalır; kendi gönlünce dünyada dolaşır. Sen okursun onu; bir kişiye, bir felsefeye, bir çiçeğe tepki gösterir gibi tepki gösterirsin ona. Seversin ya da sevmezsin, sana yardım eder veya etmez. Yaşamı seni yoğunlaştırıyormuş duygusu verir, daha çok verir. İrdeler, sorar, öğrenir ya da hissedersin. Para için yazmasın, herhangi bir konuda düşüncelerini dile getirmek, konuşamadığın konuları, hissedip de engelli olan durumları dökmek için vs vs için yazarsın.

Ben; senin benim hakkımda hislerin olmadan -seni tanımadan, tanımana fazla bir imkan vermeden, kendimi sana duyulan inanç eksikliği ya da yitimiyle veya tamamen hayal dünyasında- yaşanan inanç bütünlükleriyle yazıyorum ve seviyorum :)

Jack Johnson - Dreams Be Dreams
21 Mart Cumartesi
Dokuzbuçukumsu bir saat.
Merhaba küçük prens,

Bugün, bu yıl bir çok gün –yaşamımda bir çok gün olduğu gibi- korkusuz, karabasansız bir gün.. İlkbaharın direngen atılımıyla, baştan sona okuduğum öykülerle, peri masallarının düşlediği, çocukluğumun ilk yıllarından beri tatmadığım, derinleşerek kök salmış, ilk ve gerçek erinç neşeyi elde ediyorum. Nedeni olmadan, sorgulamadan.. -Tıpkı sorgusuz sana dokunmayı bilmeden, lakin dokunuyormuşçasına olan hislerimin bana kattığı neşe gibi-

Yerinde duramamazlığımızla ilgili; -hep bir sonrakini özlüyoruz. Bulunduğu mevsimden sıkılıp bir sonraki mevsimi özlemek, birlikte olduğun kişiden sıkılıp diğer sıradakini özlemek, yeni çocuk doğuran bir kadının diğer edineceği çocuğu özlemek-

Yetmezlikler yeni olan diğer olan koşullu ruh hallerine bağlı olarak, bir diğer yetmezliğe götürüyor insanı..

Ulysses´Gaze. A tribute.
25 Mart Çarşamba
Bethhoven’ın arasından beliren caz aşağıda, Tanrı tarafından seçilmişlerin derin meditasyonu..

İnsanlar…

Merhaba küçük prens;

‘Kötü bir seçim yaptığını kabul etme yürekliliğin var mı? Çetin bir yol seçtim ben, kendi kendimin haritasının çizilmesi gerekeni, yakınıp durmamalıyım aslında.

Günlük küçük dışsal bir tören, fazlasıyla içine kapanık olan bir gün.. Salt başkası oldukları için imrenmeye değer görünen insanlara bakakalarak ortalıkta dolaşmaktan başka taze dışsal bir yaşantım yok bu aralar. Niçin sıradan olamıyorum? Neden yapabileceğimin tadına varacak, korku duymayacak kadar kendini beğenmiş değilim?

Oysa umarsızca bir iş edinmek, kendimi bir dış gerçeklikle doldurmak -insanların telefon faturalarını, yemek yemeyi, çocukları, evliliği-, evrendeki amacın bir parçası olarak kabul ettikleri yerde.
Kendinden hoşnut olmamakla depresyon, öfke arasında fark vardır. Kendinden hoşnut olmayabilirsin, bunun için bir şeyler yaparsın. Bilmiyorsan öğrenirsin, yazmaya çalışmamışsan, yazabilirsin. Birine kızgınsan ve onu bastırıyorsan da bunalıma girersin. Ben kime kızgınım? Kendime. Hayır hayır kendime değil. Kim o peki? Yürekten olmamızı sadece ister görünen topluma. Onlara göre yaşayabilecekmişim gibi görmüyorum kendimi ünlü bunu hissetmiyorum. Onlar ne ister görünüyorlar? İyi okullar, konforlu evler, güvenlik sağlayan sürekli bir işle ilgilenmemizi.. Benim için bunlar güzel ama arka sıralarda. Karnımızı doyurmak, içinde yaşayacak bir yer edinmek için paraya gereksinim duyuyoruz.

Yazmak hiçbir zaman yeterince para getirmez ama doyurur.
Ben sana gereksinim duyduğum için yazıyorum dün bügün yarın.
Beni yanımda olmadan doyuruyorsun.
Ya yanımda olsaydın?
Sence doyar mıydım?
Bilmiyorum…
Böyle işte Haymatlos.
Yaşamı öğren bakalım. Gümüş servis bıçağıyla kalın bir dilim kes kendine, kocaman bir pasta dilimi. Ağaç yapraklarının nasıl büyüdüğünü sonrada onların nasıl savrulduğunu gör boşver.
Tanrı’nın ışıklı tırnağını, bir meleğin örtük gözkapağı gibi ayın nasıl gecenin çiyi içinde alçaldığını öğren.
Bırak yaşam olagelsin..

Farid Farjad – Goleh Pamchal
28 Mart Cuma
21:14

Kelimelerin geldiler bana, yüreğinden, kafandan, etindendiler. Kelimelerin getirdiler seni, onlar: ana, onlar: kadın, ve yoldaş olan.. Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar, kelimelerin insandılar..

Bitti. Artık gerçek yaşamdayım. Hoşça-kal.